6 Temmuz 2014 Pazar

OYUN...

Yağmurlu bir sonbahara beklentisiz geçiş bir basamak yukarıdaydı.
Sıcak bir yaz ve karlı bir kış da iki basamak.
Her bahar aşık olanlara inat her bahar aşık kalanlar şiire daha yakın,edebiyata daha yatkındı.
Kalabalık yaşamların sayısalı daha  iyiydi. Ve kesinlikle  müziksiz olmazdı.
Kesişen yaşamlar yüksek seçim kurulunun getirdiği alternatifler olmasına rağmen insan kendini özgürlüğüne inandırmış olabilirdi.
Ya da gerçekten özgür olabilirdi.
Kader oyunu,kaderin cilvesi,kader mahkumları filmlerine konu olmuş asli yaşam senaryosu demek olan kader, güzel bir kızın adı ya da hakikaten yazgıydı.
İsteklerinizin olması gerekenler listesinde olması şans…olmasa da olurlar listesinde olması bireysel seçim ve asla olmaması gerekenler  listesinde olması kader olarak adlandırılabilecekken sorgulama denen şey de insan beyninin yüzde kaçının kullanıldığıyla ilgili olabilirdi.
İnsan,kendini,ailesini,genetik ,duygusal ve fiziksel özelliklerini,zekasını seçemezken birden bire kendini bilmeye başladığı anda ancak bildikleri ve gördükleri arasından seçim yapabilir hale geliyor ve kendini bir şey sanabiliyordu.

Oysa seçimleri de yine kendisine gösterilenler arasında olacaktı.

26 Haziran 2014 Perşembe


YAZ DOSTUM ....

    Yoğun astigmatla birlikte hazirandan sonrasını güneşten göremediği anda ,en güzel manzara fotoğraflarının insan gözü pikseliyle çekilebileceğinin bilincinde olarak güneş gözlüklerini takan kuzey yarım küre insanı, karpuz peynir dolu yaz tabakları sezonunu da açtı demek ki ...



   Deniz kenarı kasabasına koşacak nice şehir kaçkını için, ofis masası üzerindeki takvimde, çentikler de an itibariyle insan yemek üzere zaten..


   Deniz tuzu, şehir insanının içindeki her şeyi bırakıp gitme isteğini yine anılaştıracak bir yaz yakalamak üzere...biraz yakacak ama kışın açılan yaraları da iyileştirecek şüphesiz..


  Yaz, kimilerine şehirler arası otobüslerin gece yolculukları ,hava alanlarının son çağrıları ,eylül telâşına yenilecek yaz aşkları ,boş sinema salonlarıyla geliyor ...kimilerine,uykusuz sıcak günler, havuz.başı partileri ... gösterişli davetler...ve geçmiş yazların alışkanlıkları , varınca mutlaka ara anekdotlarıyla da geliyor olabilir.. hatta yoğurtlu kızartmalar, kalabalık aile mangalları,sel yaratan şehir yağmurlarının mutlu mağduriyetleriyle gelmesine de  kimsenin itirazı  olmayabilir...


  Genellikle kışın, yeri yurdu belli evcil insanları ,şirketin insan kaynakları biriminin izin verdiği oranda vahşi ve şapkalı olacaklar  yazın...

   
   Parmak arası terliklerin içindeki irili ufaklı ayak ,  kıdeme göre beş,on,on beş gün  olarak belirlenmiş sınırlı bir tatilin değil de, denizlerin sahibi gibi dalgalanacak su kenarındaki taşların üzerinde..
            
Paranın ,çalışanlar için patronun ve evdekiler için çocukların,eşlerin şehir içine dönme zorunluluğunun yönettiği oranda yırtıcı birer sahil kasabası sakini ve yolların fatihi olma adayı üç yüz milyon spartalı, organik beslenmek üzere yol kenarlarındaki domates,kavun,üzüm ve bilumum köy bitkisini kimseye kalmasın  içgüdüsüyle hunharca satın almak üzere yollara düşmek için start bekliyor.

 Bu sene Ramazan dolayısıyla sezonu erken açmış olanların tüm açık büfeleri yağmaladığı ve yedek safra kesesine ihtiyaç duydukları da sosyal medya'dan yayılan haberler arasında...

                                             
   Kış mevsiminin , günah işlermiş gibi ıkınarak gülümseyen ciddi patron ve patroniçeleri ; şüphesiz pipetle buzlu kola içmeyi, çocuk; dalıp çıkarak ailesini gururlandırmayı,kadın; rejimi bozmadan ve kilo almadan bronzlaşmayı deneyecek ...

İskele kenarında yatarak , denize girenlere doğal engeller oluşturan,tükürerek sığda çimen adam ve ıslak kumda patırtı çıkararak voleybol oynamayı başaran yetenekli bir grup genç de yerlerini alacaklar mevsim içinde bir yerlerde...


Denize çişini yapanları ve sürekli yüksekten atlayanları bunca yıldır görmezden gelen deniz atlarının bu  yıl da kişneyerek su yüzüne çıkmamaları için ,yani barış için savaşması gereken Poseidon'un 

temposu da yazın fazla mesaiye girecek yine...

Yaz telaşının sıcak yüzünden yavaşça  yaşanmaya çalışıldığı büyük şehirlerde, terlikle aynı renk  pareo bulamayan kadının öfkesini ,arkadaşlarıyla aynı beldeye tatile gidemeyen ergenin isyanını ve karısına güneş yağı sürmek üzere ayağa kalktıkça kafasını şezlongun üzerindeki eğreti hasıra çarpan adamın acısını anlamak yine yaza kısmet olacak...


Ramazanda tatile giden komşusuna cehennemde yanacağını söylemek için dönüş yolunu gözleyenler, yaz öncesindeki büyük kayıplardan aklını kaçırmadan çıkmak isteyenler,sadece yazın ailesini görebilenler,çalışan ve para kazanmak zorunda olan çocuklar için de geliyor yaz..


...bayram tatiliyle yaz tatilini birleştirme arzusunda olup , müdürün dalgın bir zamanını kollayan tuzlu suda yüzmeye çalışan tatlı su kurnazları için de geliyor yaz..


Tatili sevmeyenler,iş yerini epey benimseyenler ,telefonu hep açık olanlar, tatil boyunca mutlaka telefon ve interneti kapatanlar,evdeki hayvanı veterinere teslim ederken ağlayanlar, hiç bir yere gitmeyip kredi ödeyecek olanlar için de geliyor yaz..


Ayağını altına alıp, mevsimi arka kısmına yapışacak şilteyle geçirecek olanlar, uzun yollarda boşa akan araba duşlarının altından geçecek olanlar, elinde haritayla tam gün yeryüzünü fethedecek olanlar, sabahtan akşama kadar yatıp evden hiç çıkmayacak olanlar , sabaha kadar oturup uykusuzluğunu denizle yıkamak isteyenler için de geliyor yaz...


Eylülün toplanma telaşının aksine bünyeyi ve kafayı dağıtmak üzere yola çıkılan bu  mevsim de kış gibi ,ilkbahar gibi ,sonbahar gibi insanın yüreğinde başlayıp yüreğinde bitiyor ...


 hızlı koşan bedenlere  yetişmeye çalışan ruhlara  bir şans daha vermek için geliyor.....Doğa biliyor....Aşırı hız , tüketiyor...


Hayatın neresinde olursan ol  ...durup biraz nefeslenebilmen için geliyor...


YAZ DOSTUM.... GÜZEL SEVMEYENE ADAM DENİR Mİ? :))










3 Şubat 2014 Pazartesi



BİR ŞARKININ RENGİ....

Aynı mahallenin çocukları onlar...İyi arkadaşlar ama bir o kadar da farklılar..Elele gezdikleri hiç görülmedi ama yan yana yürürler..bazen konuşur dertleşirler .. İklimleri başkadır..birbirlerinin evlerinde hiç kalamazlar...aşık oldum, direnir ergen kalır......Seviyorum, aslında orta yaşlıdır...Ladesleri, yüzyıllardır devam eden eski bir efsanedir...

Seviyorum, ayarlı,güvenilir, huzurlu,riski az,tanıdık bir komşu...İklimi Akdeniz.Arada yağmur yağsa da güneşi hep bol.Bir kedisi var ve hep gülümsüyor..Kedisi de,kendisi de..

Bir sürü hazırlıktan sonra eve gelen misafir gibi.Yiyeceği, içeceği belli...Buzdolabınızı karıştırmayacak kadar düşünceli ve yerlere dökülen kırıntıları hafif bir özür gülümsemesiyle toparlayabilecek kadar nazik..

Zambaklı vadideki uzun bir yürüyüş,tedarikli bir piknik sepeti,içinde bir sürü ilaç olan kocaman bir ilk yardım kutusu gibi..bekletmiyor...dakik ve düşünceli..ödevlerini zamanında yapmış ve iyi eğitim almış olgun bir 35 üstü...

Arada sırada dizler yara bere içinde kaldığında tanıdık bir soğuk kompres veya sıcaklık arttığında her zaman hazır sirkeli bir bez gibi..Koruyucu,kollayıcı,sıkı sıkı sarılmanın keyfi ...

Mutlu bir fotoğraf karesi ve daima yardımsever,iyi niyetli ve şüphesiz ki birlikte yaşlanmaya meyilli...insanın ağzında mutlu bir tat bırakan iyi huylu bir besin..

Atılacak adımların bilindiği,tahmin edilebildiği ve bir diğerinin olası bir su birikintisinde diğerini sırtında taşıyabildiği zarif ve güneşli bir gün gibi ..hediyeleri isabetli..içinde tamamlanması beklenen eksiklerin bulunduğu zarif kutuların üzerinde büyük kurdeleler var..

Ortak okunan gazete,büyük hayaller,kalabalıkta aniden omzunuza atılmış tanıdık bir el gibi yani....Dağıldığında toplayan,ağladığında tesellisi temkinli,biletleri önceden alınmış planlı bir yolculuk,kurallara uyan uslu bir çocuk,dingin bir bahar sabahı serin esen rüzgarda  getirilen uzun kollu bir kazak..adı ,seviyorum....


Aşık oldum... ayarsız, soğuk,huzursuz ve heyecanlı..Ortaçağdan kalma eski bir işkenceye benziyor ... hep ergen...güzel ve bir o kadar mağrur bir ergen...sivilceli şarkıları var...içleri alkol dolu...
Riskli ..beklenmedik bir anda gelen düşüncesiz ve bencil bir misafir..evin her yerini karıştıran,en sevdiğiniz eşyaları kırıp döken görgüsüz bir misafir.. kuralları kendi koyuyor.,raconu yok...
Dikkati dağınık...iç kanamaya inatla sıcak su döken ve diploması olmayan acemi bir doktor gibi..önlüğü giyse gideceği yerde şuurlu olan yok ..bunu biliyor..
zeki ve hazırcevap...her zaman sahnede ve şovu sağlam ....mantıksız ve başderdi..
sürekli kuzey rüzgarı alan dalgalı bir denizin ortasında tek başına kalmak en büyük zevki..efsaneye göre gecesi gündüzü yok.. akıllı işi değil...dalgalandığı zaman insanın boyunu aşıyor,oksijeni az..ne zaman nerede yağacağı belli olmayan hızlı bir yağmur gibi..kışın insanı eksi derecelerde donmaya terk edebilen,düşüncesiz ve alaycı bir ergen o..bırakın kazak getirmeyi çırılçıplak kalıyorsunuz karşısında...
Canı istediği zaman hadi gel oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize diyor...canı istediğinde senin de kulağın pek kepçeymiş diyerek bin bir zahmetle çıktığınız büyük ayı yıldız takımından belediye çukuruna gönderebiliyor insanı..
Cezbedici bir seri katil...
kalabalıkta aniden omzunuza atılmış bir el gibi değil de ,kalabalıkta aniden belinizden tutup kendine doğru çeken bir el gibi .....ürpertici,ürkütücü...ihtiraslı..sahiplenici...matematiği zayıf...hediyeleri genellikle ihtiyaca göre değil,hissiyata göre...kapında bulmuyorsun genellikle bu paketleri..ya ayağın takılıyor ya da cebinde buluyorsun sıradan olduğunu düşündüğün bir çarşamba günü ya da bir pazartesi..





Elalem hep aşık oldum a  öğüt veriyor..seviyorum gibi planlı,düzenli,düşünceli ve akıllı olabilir mesela..aşk alışmak istemiyor...hep yer değiştirmesi gerekiyor...alıştığı anda fani olup ölmekten korkuyor...gittiği yeri bilmek istemiyor...gideceği yerleri önceden seçmiyor...yoldan geçen herhangi bir arabaya biniyor.....bu yüzden hiç uyumuyor... hiç büyümüyor..

Çünkü efsaneye göre orta yaşlı her aşk, sevgiye dönüşüyor...

Aynı mahallede aşık oldumun kapısının üzerinde  ''Ben onu gördüğüm ana dek bir şarkının da rengi olabileceğini bilmiyordum.'' yazıyor.

..tehlike,acı ,şiir,yağmur,sürpriz dolu bir ev.....dağınık üstelik ..müziğin sesi sonuna kadar açık... scorpions still loving you diye bağırıyor..

Sevginin kapısının üzerinde ''Sevgi neydi ? Sevgi emekti yazıyor...Cemşit de bu mahallede oturuyor..ve fonda ''Selvi boylum al yazmalım'' çalıyor..bazen fonda ,Jane fonda beliriyor .... Odun sobası,portakal kabuğu,pijama ve çocuk dolu derli toplu bir ev..

Bazı geceler Moğollar , Scorpions'la düette..

İnsanlığın ne kadar ehlileştirilebilir olduğuna bağlı tercihler...ki ehlileştirilebilir olmak zaten yeteri kadar zor bir kelime...

Her 14 şubatta bu mahalle kırmızı...seviyorum, en güzel giysileri içinde kırmızı gülleriyle kapıda bekliyor...kimse incinmesin diye ayıkladığı dikenlerin hepsini aşk aldı. ...fırtınalı bir günden kalma deniz tuzu var aşkın üzerinde..ayakları çıplak..kapıda beklemiyor...kapı hep açık ... şarkının rengini merak edenleri bir sürü gül dikeni bekliyor girişte...aşk uyumuyor...yeni gönüllüleri bekliyor...filikalar dolu...

İnsanoğlu acı çekmeyi seviyor...............................................




2 Ocak 2014 Perşembe


FOTOĞRAFÇI YAZARLAR VE KELİME RESSAMLARI  

    Yazı yazmak ağır iş aslında..Yani insanın aklından geçenleri kelimeye dökebilmesi her zaman çok anlamlı bütünler oluşturabilmesi demek değil..

Kelime ressamları ve fotoğrafçı yazarlar aynı dili konuşuyormuş gibi görünseler de ayrı dünyaların insanları.. kelime ressamları renkli.....fotoğrafçı yazarlar genellikle siyah beyaz çalışıyor..

  Cümlenin tüm öğelerinin yerli yerinde ve düzenle dizildiği bir stil ,üslup,dizayn peşindeyse insan,düşüncelerinin de aklından geçerken sıralı halde olması,düzenli bir geçit törenine ev sahipliği yapacak o aklın da çok başta olması gerekiyor.

   Yazarların akılları  başında.. ...köşe yazarlarının,roman yazarlarının, tarih yazarlarının.... Bu yazar tayfası için işin aslı ve yaşamak için hava kadar,su kadar gerekli olan nefes almalarını sağlayan şey aslında düşüncelerin sıraya girmiş şekliyle yazıya dökülebiliyor olabilmesi...saygı duyulacak özel bir yetenek..kelimelerin fotoğraflarını çekmek ..

   Bir de  somut tespitlerden zarif anka kuşları çıkartabilenler var.....Bunlar, başkaları ..üç boyutlu soyutlarla ince bıyıklı bir ressam kadar uğraşabilir onlar..... fotoğraf çekemezler ama kelimelerle resim yapabilirler..hikayede el frenini doğru yerde çeker,olası bir patinajda çabuk toparlanırlar.Best seller olamazlar....Söylemek istediklerini doğrudan söylemezler....eş anlamları,kafiyeleri,geleneksel bitki örtüleri vardır..O yazıların akılları karışıktır.. başta değil.çoğunlukla sondadırlar..



Ve bu aklı karışık fanilerin sanatı toplum için olmayabilir.

Toplum zaten genellikle kolay olanı seçtiği ve ortak bir düşüncede  buluşabilecek kadar sığ  da olabileceği için topluluk halinde yaşayabilmekte..

Aklı başında olanlar acilen bir magna carta libertatum yaratarak birlikte yaşayabilme bilincine ve sağduyusuna sahip..Ayakları yere basıyor..

Aklı karışık olanlar ise olsa olsa kendileri için yazıp çiziyor olabilirler.Biraz bencil ya da münzevi...genellikle değişik ama mütevazi ..

Ben genellikle fotoğrafçı yazarları değil,kelime ressamlarını tercih ederim.

Kelimelerle oyun oynayabilmek yazmanın ötesinde sürüden ayrılmayı  da gerektirir ki en çok sevdiğim tarafı budur..






   İNSAN MISIN?

 İki bin tane on dört insanlık için mantıklı mı bilmiyorum ama bu yıl, hiç pot kırmadıysan ve giydiklerinden biri bile pot yapmadıysa,minosetle ateşini düşürmediysen,kotunun paçaları hiç ıslanmadıysa,telefondaki aramayı görüp görmemişim sessizdeydi demediysen,düz yolda yürürken tökezlemediysen,bir bardak çayı simitten mahrum bıraktıysan ve bir tabak künefeye iradeli davrandıysan rejimini bozmadıysan.. ve hiç yalan söylemediysen, bir kere bile egona yenilmediysen,yanlışlarından özel ders almaya çalışıp kendine eziyet etmediysen,bu sene bir kere bile kaybetmediysen hep kazandıysan...burnun aktığında selpak mendilin hep cebindeyse,elektriklerin hiç gitmediyse ve tırnaklarını hiç yemediysen..,anneni daha sık hatırlamadıysan ve anlamadıysan,biber gazı siper gazına dönmediyse ,aşk bir kere bile herşeyi affetmediyse ve seni alt etmediyse ne halt ettin peki diye sorarlar adama??yat uyu ....sene tekrarı yap ...sen insan değilsin...tüm kusurlu fanilerin yeni ajandası hayırlı ,yeni yılı kutlu olsun...

13 Kasım 2013 Çarşamba



KAZANIRKEN KAZANDIRANLAR

Yüzyılımızda tüketim çılgınlığı artık üst düzeyde..
Tüketip,bıkmak ve bırakmak için bazen sadece bir saat yeterli olabiliyor.Ve teşebbüs sahipleri bu bir saat içinde inanılmaz paralar kazanabiliyorlar.
İyi bir ekip ve yüzyıl insanının psikolojik ve sosyal eğilimlerine doğru bakabilen bilimsel bir değerlendirme sermaye ile birleşince toplumun tüketimi ,bir topluluğun servet kazanması demek artık..
Hedef kitlenin tam onikiden vurulduğu başyapıtlar mevcut.
Film ve kitap sektörü kapalı gişe ve best seller kavgası içinde kadınlara yönlendiğinde doğru zamanda ortaya çıkarılmış doğru kahramanlar domino etkisi yaratıyor.Bir tür bahar…
Hatta biraz da durup insanı kendi hakkında düşündürüyorsa tüketicinin değimiyle tadından yenmiyor.
Bunun en kolay yolu kadınları hedef alabilen bilimsel tespitlere dayalı seri  kitaplar yazabilmek, sonrasında bunları senaryolaştırarak film şirketlerine satabilmek.
Film şirketleri bu hedef kitleyi tam on ikiden vuran iyi senaryoları  sempatik ,güzel,yakışıklı ,iyi oyuncularla birleştirebildiklerinde bu tüketim çılgınlığı içinde bazen sadece bir ay gündemde kalarak iyi paralar kazanabilmekteler.
Yükselen değer olan toplumsal konuların dışında ,kadına eğilen ve kadın psikolojisine yaslanan hikayelerin  başarıları küçümsenemeyecek noktada.
Çok izlenen,çok okunan,çok satılanlar incelendiğinde belirli özellikleri olan esas kahramanların tüketici üzerindeki psikolojik etkileri yadsınamaz.
Özellikle hedef kadın kitlesinin 22-50 yaş ve hatta dişi ergen kitlesinin  17/21 yaş yaşamsal beklentileri,hayalleri ve duygu durumları göz önüne alınarak belirlenen esas kahramanlar dizi filmler ve kitaplarda son zamanlarda satış rekorlarına,reyting zaferlerine imza atıyor.
Tüm dünya üzerinde ve tüm bölgelerde değişmeyen ortak duygulara hitap edebilmek inanılmaz bir empati ürünü ya da şeytan işi olsa gerek (!)
Son dönemdeki Edward’lı Bella’lı  bir dizi vampir hikayesi ve sonrasında arka arkaya çekilen sinema filmleri bu düşünceyi ispat için iyi birer örnek olabilirler.
Ya da yine son dönemin best seller kitabı grinin elli tonu…Kitaptan sonra sinema filmi için de büyük beklentiler mevcut..
Hedefi kadınlar olan ve kitleyi tam on ikiden vurmayı başarmış kuzey ve güney var ülkemizde mesela..
 Kadınlar açısından bakıldığında nedir bu filmleri ve kitapları bu kadar okunur ve izlenir hale getiren?
Kitap ve filmlerin erkek kahramanlarına bakıldığında etkileyici bir dış görünüş haricinde ortak özellikleri var.
Ve bu karakterlerin tesadüfen bu kadar benziyor olmaları çok inandırıcı değil.
Karakterlerin ortak özellikleri kadınların eğilim ve ilgilerinin hesaplandığını ,özel olarak kişileştirilmiş olduklarını düşündürtüyor.

Erkeklerin tamamı feminist akıma ters gelecek miktarda hakim karakterler.

İktidar sahibi ,cesur ve zaman zaman çok kabalar.Gözüpek olmaları ,sevdikleri kadını korumak adına kendilerini bile bile tehlikeye atmaları temel prensip.

Sevdikleri kadınlar için göze aldıkları tehlikelerin ve yaptıkları fedakarlıkların bilinmesini asla istemiyorlar.Esas kadın bunları hep tesadüfen ve yanlışlıkla öğreniyor .Yani anlatmayı sevmiyorlar.

Adamlar genellikle az konuşuyorlar .Konuşsalar bile ketumlar ve kendileriyle ilgili ya da geçmiş yaşamları ve duygu durumlarıyla ilgili kolay kolay bilgi vermiyorlar.

Çocukluk ya da ergenlik dönemlerine bakıldığında hepsi travmatik.

Genellikle bu adamlar ilgi çektiklerini biliyor,kararları hep kendileri veriyor ve kendileri seçiyorlar.Seçilmiş olmakla ilgili problemleri var..Seçilmem,seçerim psikolojisinde ego yüksek,kişilik iddialı..

Seçtikleri kadınlar genellikle masum,çabuk ağlayan ama genellikle de kendilerine kafa tutabilen karakterler.Bu kadınlar aynı zamanda iğneyle kuyu kazabilecek kadar sabırlılar.Adamların anlatamadığı ,anlatmayı beceremediği ya da anlatmaya lüzum görmediği şeyleri tam olarak anlamakla yükümlüler  ve anlayış göstermek zorundalar.

Bu dizi ya da kitap karakterleri emir vermeyi seviyorlar.

Sevdikleri  (ya da seçtikleri diyelim) kadınlar üşüdüğü zaman hemen ceketlerini verebiliyorlar.

Karşılıklı otururken rüzgar geldiği için saçları uçuşan kadını,rüzgara karşı olan sandalyeye buyur edebilmek gibi inceliklere sahipken iltifat konusunda son derece beceriksiz olabiliyorlar.

Bu adamların tamamının hafızası çok güçlü.Seçtikleri kadın hakkındaki hiçbir ayrıntıyı atlamıyorlar.

Anneleri önemli ama genellikle sevgililerine annelerine davrandıkları kadar anlayışlı davranmıyorlar.

Sevdikleri insanları paylaşamıyorlar ama kıskandıklarını kendilerine bile itiraf edemeyecek derecede beceriksizler.

Sevmedikleri insanlara karşı son derece acımasızlar.

Bazen kendilerine karşı da çok acımasızlar.

Bu heybetli,hakim,cesur,korkusuz adamlar aslında henüz çocukluklarını atlatamamış ama mecburen büyümüş çoklu kişilik sendromları olan tipler.

   Bu ortak özelliklerin anlamı  bence şu…
Yüzyıl insanlarından bazıları kadın-erkek konusunda rol kargaşasını ve ihtiyaç modellerini çözmüş durumda.
Toplumbilimci ya da insan bilimcilerin  mi desek …artık erkeklerin kitap ve dizi konusundan çok spor ve siyaset konularında meraklı ve aktif olduğunu varsayarak  algılarını kadınlara çevirdikleri hissediliyor.
Durum bu olunca kadının dünyaya geliş sebebine uygun senaryolar,mazoşist hikayeler reyting adına biçilmiş kaftan olup çıkıyor.
Adına aşk denmiş aslında gerçek hayatta çok da fazla rastlanmayan mağrur ,dürüst ve içinden geldiğince yaşanan ilişkiler  tüm gün tüm derdi çamaşırları asmak,çocuğu okuldan almak ya da iş çıkışı tek parça halinde eve dönüp yemek yetiştirmek olan kadınlar için masal dünyası …ve dünyanın kapıları prime time da açılıyor.
Haberlerin hemen ardından  20.00  ya da 22.00 kuşağındaki  fazla gelişmiş  ,aşklı meşkli,hisli senaryolar ya da kitap kapakları bir süreliğine de olsa şalterlerin inmesini  ve kadının dünya algısını gözden geçirmesini sağlıyor.
Kısacası yüzyılımızın yükselen değeri araştırmacı psikologlar, tüketim toplumlarında neyin ne kadar çok ve kim tarafından tüketileceğini bilimsel yönden en kazançlı şekilde ortaya koyacak doğru danışmanlar.
Hem meslek giderek önem kazanmakta …hem de bunu bilenlere iyi paralar kazandırmakta…


29 Eylül 2013 Pazar





İYİ Kİ DOĞMUŞUM 


Doğduğunda sıfırdan mı başlarsın…yoksa bir her şeyin başlangıcı mıdır temasının aile meclislerinde itinayla üzerinde durulmaya devam ediledursun….etken ve edilgen fiil çatıları hakkında fikir sahibi olmaya başlanan yaşlar, doğum günlerinde pasta kesildiği keşfedilen yaşlara tekabül edebilir.

Osmanlı arşivlerinden klavye üzerine ayak altına yapışmış ikibin on üç model yaylar yardımıyla fırlayarak raks eden tekabül, bir süre sonra kalıcı olmayan bir parfüm etkisiyle uçup da gidebilir…

 Doğum günü denen tabiat sürekli biat edilmesi gereken bir yaşlanmayı ve her yaşın ayrı bir güzelliği varcıların bile aklından geçen bir antieycing  düşünecesini de ne yazık ki beraberinde getirebilir.

Aslında her üflenen mumla birlikte çocukluğun aydınlık ve güvenli günlerinin ışığından da uzaklaştığımız  için midir bilinmez  şanslıysak birilerinin bizi çok iyi tanıyor olmasının  getirdiği en büyük avantaj olan doğru  hediyelerin  paketleri açarken yırtılabilir.

Yeni yaşın  ilk saatinde  başlangıç noktası olan sıfır ya da birden ne kadar uzaklaşıldığı  hesabına  girişilebilir.

Mumları üflediğimiz için büyüdüğümüze inandıracak bir çok ipucu olmasına rağmen halen büyüdüğümüz için mumları üflediğimiz düşüncesi inatla olaya hakim olabilir.

Anlamı sahibine ve sahibinin sahip olduklarına bağlı bu doğulan günler  gereksiz bir tören silsilesi ve tükürüklü öpücüklerin süslediği bir tebrik trafiği de olabilir.

Kocaman pahalı bir mış gibi partisi de olabilir.

Ucuz ama deniz kokan rezervasyonu spontan  iki kişilik samimi bir sofra olabilir.


Sürprizli bir tam sayı dönümü,otuzlu yaşların bar partisi ya da kırklı yaşların dört katlı pastası olabilir.

Yirmili yaşların beklenen telefonu,ellili yaşların hayat hesabı,sanal dünyanın facebook  hatırlatması olabilir.

Kadeh kaldırabilecek bir şeref olabilir…

Hatta bu arada insanın sevdikleri için anlam ifadesi yokluğu baş döndürecek yaşamsal ibareler listesinde en üst sıralarda olabilir.

Doğduğu günü umursamama durumu aileden kalma bir gelenek değilse eğer …seksen günde devri alemle başlayacak olan uzun bir kaçışı ,ya da en yüksek binanın çatısında başlayacak olan ucuz bir sonu da çağrıştırıyor olabilir.

Belki doğduğum gün de de benimle birlikte büyümüş olabilir…

Ya da müzikli fotoğraf geçişlerinden oluşan yabancı uyruklu bir dijital dünya içinden de eski günlere selam verebildiğimiz, özetler de çıkardığımız alkışı bol,voltajı yüksek günler de olabilirler doğum günleri.

Kesişimler seçilenler olabilir… ya da  kader akıl oyunları dediği şizofrenik bir geçiş üstünlüğü içinde olabilir.

Tanıdığımız tüm insanlar bir sebeple hayatımıza girmiş olabilir.Ya da aslında hepsi tamamen tesadüf olabilir.

Ömrümüzden eksilen her gün biriktirilmiş olabilir ya da harcanmış olabilir.

Ve belki de insanın tek bildiği şimdi olabilir…Hayat, hep denilen şeyin devamlılığı olmayabilir de ,şimdi denilen şeyin tekliği olabilir.

Mutluluk süreç ya da sonuç değil sadece anlardan ibaret olabilir.

Hayat,kitapta kullandığı her ayrıntıyı süreçte kullanacak olabilir ya da bekletir ama kullanmayabilir. 

Doğum günleri bir iki dakika ses duyabilmek için bahane olabilir.

İki satır yazı yazmak için bahane olabilir.

Aile meclisini toplamak için bahane olabilir.

Özür dilemek için bahane olabilir.

Rejime pastalı bir mola için bir bahane olabilir.

Üzerinden zaman geçmiştir ama iyi ki vardın demek için bir bahane olabilir.

İyi ki tanımışım aslında iyi biriymişsin demek olabilir.

İki satır mutluluk dilemek istedim bugün cömert  günümdeyim demek olabilir.

Zaman geçmiştir ama hala oradadır iyi ki varsın demek için bir bahane olabilir.

Arkasına isim yazılı bir forma için ,çerçeveye oturmuş gün ışığı bekleyen eski bir resim için,sarı papatya ya da mor menekşe için bahane olabilir.

İki bilet,uçan balon,dört tekerlekli ilk bisiklet,en sevdiğin çikolata için bahane olabilir.

Yaş hesabı değil  de geçmiş muhasebesi olabilir.

Hayatı fizikçilerden değil de şairlerden öğrenmeyi tercih edenler için renkliler,çiçekliler ,delilikler  olabilir.

On ikiden on ikiye biraz şımarmak için güzel bir sebep olabilir.

Bu arada  bırakın bu kutlama işlerini yaşamak bu değilciler ukalalılığı için aslında pastanın bahane olduğunu anlamak zor olabilir.

İyi ki doğmuşum....